Tarih kitaplarını açıp baktığımızda ülkeler arasında derin ayrışmaların olduğu zaman dilimlerinin varlığını görürüz. Tarihe değil de yaşanan zamana bakıldığında önemsizmiş gibi gelen konular vardır. Aslında bütün bunlar birikerek o derin ayrışmaların inşasını gerçekleştirirler. Demek ki olayları zamanında iyi teşhis etmek gerekmektedir. Çünkü bunlar bir şeylerin habercisi gibidir. Bazıları endişelenir, bazıları ise yeni bir dinamizmin geleceğini düşünerek sevinir. Ama olan şudur, bir değişim vardır. SU-57 konusu da böylesi bir değişimin unsurlarındandır.
Bilindiği gibi Rusya ile son zamanlarda bir hayli müşterek proje üretiliyor. Bunlar politik, askeri, stratejik, ekonomik, sosyal, kültürel olmak üzere çeşitlenmektedir. Domates ticaretinden tutunuz, vize muafiyetine, Akkuyu nükleer güç santralinden tutunuz, Türk Akımı boru hattı projesine, S-400 hava ve füze savunma sistemlerinden tutunuz, SU-57 savaş uçaklarına ve daha pek çok alana doğru gelişmektedir. Suriye’de müşterek çaba sarf edilmekte ve ABD bloğunun karşısında yer alınmaktadır. Ama en son konu SU-57 olmuştur, bunu da not etmemiz gerekmektedir.
Malum savunma ve stratejik işbirliği konusunda Rusya S-400’leri verince ABD tarafı da F-35 projesinde Türkiye’nin önüne engeller koymaya başladı. Bu hususun detayına girmeyeceğim. Zaten çokça konuşuldu. Konuyu SU-57’ye getirmeyi yeğleyeceğim.
Şimdiden uzmanlar tartılmaya başladılar bile, nereden çıktı bu proje diye. F-35’ler daha iyiyken neden Rus uçağı uçuracağız diyenler bile var. Hatta Su-57’ler henüz prototip halde!.. Bütün bunlar işin temelindeki asıl tartışılacak konular değildir.
Asıl konu Türk-Rus işbirliğinin ABD ile karşı karşıya gelmesi ve buradan yola çıkarak uluslararası politikalarda geleceğe ilişkin nelerin değiştirilebileceği hususudur.
Ancak bu noktaya adım adım gelirken gözden kaçmayan birkaç noktayı değerlendirmekte yarar vardır. Türkiye-Rusya Üst Düzey İşbirliği Konseyi’nin Sekizinci Toplantısı Putin ve Erdoğan tarafından heyetleriyle beraber 8 Nisan 2019 tarihinde Moskova’da gerçekleştirildi. Burada Türkiye Varlık Fonu (TVF) ile Rusya Doğrudan Yatırım Fonu (RDIF) tarafından ortak bir yatırım platformu kuruldu. Türkiye-Rusya Yatırım Fonu (RTIF), ortak projelere birlikte yatırım yapmak için prensip anlaşması yaptı. Nedir bunlar? Bunu enerji boru hatları ve nükleer enerji konularında altyapı yatırımları için ayrılmış bir fon olarak söylemek mümkündür. Halen bu fonun büyüklüğü 900 milyon avrodur ama artırılmaya müsaittir. Fonun kullanım açısında kamuoyuna açıklanan, “sağlık, altyapı ve teknoloji sektörleri yatırımı ve her iki ülke ekonomilerinin gelişimi,” şeklindedir. Ancak söylenmese de teknoloji bahsinden yola çıkarak anlaşılması gereken bir diğer nokta daha var, bu da Savunma Sanayii ile ilgili atılacak müşterek adımlardır. Somut çalışma alanı “V. Nesil savaş uçağı SU-57’yi müşterek geliştirmek” şeklinde açıklanabilir.
İşte Suriye, S-400, Akkuyu, vs. projelerden sonra her iki ülke tarafından müşterek yürütülecek bir stratejik proje daha. Buradan yola çıkarak şunu söylemek mümkün olacaktır, XXI. Asırda Türk-Rus ilişkileri en önemli adımlarını bu son 5-6 yılda atmıştır. Her iki ülke birbirine tarihsel bakımdan mesafeli olsalar da şunun farkındalar, yakın gelecekte dünyada çok önemli devasa sorunlar olacak ve bu iki ülkenin işbirliği ile şimdiden bir güç birliği yapmak, kararlılık gösterisinde bulunmak ve böylelikle hem kendileri hem de bölgesel açıdan bir güvenlikli alan inşa etmek.
Bu tarihsel dönüşü ve çabayı küçümsemeden doğru okumak zorundayız. Çünkü bu husus, özellikle Türkiye için, iç politikada o veya bu iktidar olsun, bundan böyle hangi adım atılacaksa, bu temellerin üzerine olacaktır. Hatta karşı taraf, yani ABD, Avrupa ve İsrail, şimdiden bir önlem almak isteyeceklerse, ne yapacakları da az çok bellidir. Nedir bunlar? Siyasete müdahale, yoğun kamuoyu çalışmaları, savunma ve ekonomi alanlarında engeller oluşturma, sürekli diplomatik girişimlerde bulunma… Bu tür karşı koymaların üstesinden gelinir gelinmez, ama bir dönüş gerçekleşmiştir, bundan böyle uluslararası ilişkilerde okunması gereken zemin bilgileri bunlar olacaktır.
Şimdilik görünen o ki Rus-Türk işbirliği bölgesel amaçlar için önemlidir. Ancak adımlar genişlerse, yani projelere Çin de dahil edilirse, bu küresel bir hal alır. Örneğin şöyle düşünün, halen savunma ve teknoloji alanında müşterek pek çok projesi olan Rusya ve Çin Türkiye ile müşterek bir alanda buluşursa, örneğin SU-57 projesine Çin, ben de dahilim derse, bu taktirde alan küreseldir ve bu noktadan sonra konuşma biçimi çok başka bir hal alır.
S-400 ile SU-57 müşterek düşünülürse ne anlamı olur? Bu hava savunma ve taarruz kabiliyetleriyle müştereken kendi teknolojik kapasitesinde bütünleşmiş bir çözümdür. Ancak konu bu kadarla kalmayacaktır, diğer başka çözümleri de beraberinde getirecektir. Örneğin yeni radar sistemleri ve lojistik sistemleri devreye girmek zorundadır. Bütünüyle bakılırsa Batı menşeili ve birbirine uyumlu bütün sistemin yanı sıra, müşterek Rus ve Türk sistemi halinde bir yeni sistem inşa edilmek durumundadır. Bu yen sistemin etkinlikle kullanılabilmesi bir yana, ekonomik açıdan kendini idame ettirebilmesi için küresel Savunma Sanayii piyasalarında da bir rekabet konusu olacaktır. Bundan böyle her söz en sivri biçimde zikredilecektir. Bunun adı ne biliyor musunuz? Kutuplaşma!
Türkiye konjonktürel nedenlerden dolayı ve biraz da Batı’nın politikalarından dolayı Rusya ile yakınlaşmaya doğru kaydırılmış gözükmektedir. Bu ise yeni bir kutuplaşma alanı oluşturmuştur. Bunun getirisi olacağı gibi maliyeti de söz konusu olacaktır. Bundan böyle her adımın anlamı farklıdır ve daha da özenli atılmak zorundadır. Bunun anlamı kendi riskleriyle birlikte büyüyen dinamizmdir ve her şekliyle iyi yönetilmek zorunda olan stratejik bir konudur.
alıntılanan kaynak: https://politikmerkez.com/konular/politika/turkiyenin-yeni-stratejisi/