İRAN-İSRAİL KRİZİNDE: MİT
İran-İsrail çatışmasını TV’de izlemek, bir depremi sismograf yerine sallanan avizeye bakarak anlamaya çalışmaktır.
Gördüğünüz sadece sonuç.
Asıl deprem, Türkiye’nin tam merkezinde olduğu istihbarat fay hatlarında yaşanıyor.
Perde arkasına bakalım.👇
Bu savaş füzelerle başlamadı ve sadece füzelerle bitmeyecek.
Bu, İsrail’in İran’ın K2 (Komuta-Kontrol) yapısını imha etme ve İran’ın bölgesel vekilleriyle İsrail’i boğma stratejisinin çarpışmasıdır.
Türkiye bu denklemin ortasında, kaçınılmaz bir dengeleyici ve aynı zamanda birincil hedeftir.
Türkiye bu sebeple stratejinin tam kesişim noktasındadır.
Coğrafi konumu, NATO’nun en büyük ordularından birine sahip olması ve her iki tarafla da (doğrudan veya dolaylı) iletişim kurabilme potansiyeli onu kaçınılmaz bir dengeleyici yapar.
Ancak bu dengeleyici rol, onu aynı zamanda birincil hedef haline getirir.
Çünkü hem İsrail hem de İran, Türkiye’yi kendi yanına çekmek veya en azından tarafsızlığını kendi lehine yontmak için her türlü gizli operasyonu (etki ajanları, siber saldırılar, ekonomik baskı) deneyecektir.
Bu da Türkiye’yi, savaşın asıl görünmez cephesinin ana muharebe alanına çevirir.
Türkiye için en acil tehdit, sınırımıza düşen bir roket değildir.
En büyük tehlike; İstanbul’da, Ankara’da veya Antalya’da, MOSSAD veya VEVAK’ın Türkiye’yi savaşa çekmek için düzenleyeceği “sahte bayrak” (false flag) operasyonu, bir suikast veya bir provokasyondur.
Yurt içi cephe, en sıcak cephedir.
Böyle bir operasyon sonrası ne olur?
Kamuoyunda dev bir öfke dalgası oluşur. Hükümet üzerinde “derhal misilleme yap” baskısı kurulur. Troller mağaralarından fırlar ve Türkiye, belki de bir yalan üzerine, kendi iradesi dışında bir savaşa sürüklenir.
İşte bu yüzden yurt içi cephe, sınır hattından daha sıcak ve daha tehlikelidir.
Çünkü bu cephede düşman görünmez, niyet belirsizdir ve atılacak yanlış bir adımın telafisi yoktur.
Yabancı servisler için Türkiye’deki milyonlarca mülteci ve muhalif, insani bir olgu değil; devşirilecek ajanlar, takip edilecek hedefler ve operasyon yapılacak bir havuzdur.
Bu topluluklar, Türkiye’nin en hassas “karşı-istihbarat vektörü” haline gelmiştir.
İçerideki bu sessiz savaş, en tehlikelisidir.
Bu havuz, çift yönlü çalışır:
Hem kaynak hem de hedeftir.
MOSSAD, Türkiye’ye sığınmış bir İranlı dron mühendisini bulmak için bu toplulukları tarar.
VEVAK ise İstanbul’dan rejim karşıtı yayın yapan bir gazeteciyi susturmak veya kaçırmak için aynı topluluklar içindeki unsurlarını kullanır.
En önemlisi, bu topluluklar, yabancı servislerin operasyonları için adeta bir “taşıyıcı vektör” görevi görür.
Tıpkı bir virüsün vücuda girmek için bir konak hücreyi kullanması gibi, yabancı ajanlar da bu kalabalık ve genellikle kapalı toplulukların içine sızarak görünmez hale gelir, lojistik destek bulur ve hedefledikleri operasyonları Türk makamlarının radarının altında gerçekleştirirler.
Bu, Türkiye’nin egemenliğini her gün, sessizce aşındıran ve onu yabancı güçlerin vekalet savaşlarının sahnesi haline getiren en tehlikeli iç güvenlik tehdididir.
Mesele “Muhacir / Ensar” meselesi değildir yani…
Bu savaşın diğer bir adı “toplumsal sinir uçlarına operasyon”dur.
Yabancı servisler, Türkiye’deki Alevi-Sünni, laik-dindar gibi hassas fay hatlarını tetiklemek için sosyal medyada ve kapalı gruplarda dezenformasyon pompalar.
Amaç, dijital ortamda yaratılan bu nefreti ve güvensizliği sokağa taşımaktır: Bir cemevine veya camiye yönelik küçük bir provokasyon, bir protesto, bir linç girişimi…
İşte bu, operasyonun nihai hedefidir.
MİT’in görevi, dijital alandaki bu “sismik aktiviteyi” –yani ilk yalanın kaynağını, yayan ağları ve nihai hedefi– sokağı kana bulayacak bir “depreme” dönüşmeden tespit edip etkisiz hale getirmektir.
Bu, görünmez bir savaşta toplumun görünmez fay hatlarını korumaktır.
VE DİYELİM Kİ YUKARIDAKİ OLAYLARDAN BİRİ YA DA BİR KAÇI GERÇEKLEŞTİ…
O ZAMAN MİT NE YAPMALIDIR?
Artık MİT sadece savunmada kalamaz.
“Tersine algı operasyonları” ile İran/İsrail içindeki rejim karşıtı veya muhaliflere, dijital gruplara, doğruluğu teyit edilemeyen “ordu içinde isyan” veya “komutanlar kaçıyor” gibi bilgiler sızdırarak, hasım üzerinde bir panik ve güvensizlik baskısı yaratabilir.
Bu, dijital bir Termopil’dir.
Savaşın en az konuşulan ama en korkunç riski: ‘Radyolojik Tehdit.’
Natanz gibi bir nükleer tesise yapılacak saldırı, radyoaktif bulutları Türkiye’nin doğu sınırlarına taşıyabilir.
MİT, sadece havayı değil; tarım ürünlerini, hayvanları ve su kaynaklarını izleyecek özel sensör ağları ve HUMINT kaynakları kurmak zorundadır.
Ekonomik cephe de aktif.
Hürmüz Boğazı’nı tehdit etmek veya küresel enerji fiyatlarını fırlatmak, Türkiye’ye yönelik en etkili ekonomik silahtır.
Bu nedenle, enerji boru hatlarımıza, rafinerilere ve finans merkezlerine yönelik fiziki veya siber sabotajları önlemek, en az sınır güvenliği kadar kritiktir.
SİBER SAVAŞ başladı bile.
Türkiye’nin kritik altyapısına yönelik DDoS saldırıları sadece bir başlangıç.
Asıl hedef; enerji şebekesini, bankacılık sistemini veya askeri iletişim ağlarını çökertmektir.
MİT çatısı altında, düşman gibi düşünen bir “Kırmızı Takım” kurmak bir lüks değil, zorunluluktur.
O topraklardaki kaos, PKK/YPG ve DAEŞ gibi örgütler için bir fırsat penceresidir.
İran’a bağlı milislerle PKK’nın olası bir “durumsal ittifakı”, Türkiye için en kabus senaryolardan biridir.
Sınır ötesindeki her hareketlilik, bu nedenle anbean SIGINT (Sinyal İstihbaratı) ve İHA’larla izlenmelidir.
Türkiye’nin SİHA’ları bu krizde sadece bir silah değil, bir “stratejik iletişim aracıdır.”
Suriye’de, İran etki alanına yakın bir noktada, zamanlaması manidar bir örgüt liderine yönelik operasyon;
Tahran’a, “Vekalet oyunlarınızı görüyoruz ve sınırlarımıza taşınmasına izin vermeyeceğiz” demenin en sessiz ve en etkili yoludur.
Türkiye’nin en büyük zafiyeti gibi görünen Malatya/Kürecik Radar Üssü, aynı zamanda masadaki en büyük kozudur.
Ankara, Batılı müttefiklere net bir mesaj verir:
“Bu üs İsrail’i korurken bizi hedef yapıyor. Bu riskin bedeli, NATO’dan daha fazla hava savunma sistemi ve verinin kullanımında daha fazla söz hakkıdır.”
Bu, zafiyeti kaldıraca çevirme sanatıdır.
Ve son perde: ‘İstihbarat Diplomasisi.’
Tüm resmi kanallar sustuğunda, MOSSAD ve VEVAK başkanlarının masaya oturabileceği, esir takası veya “çatışmasızlık hattı” kurabileceği tek tarafsız ve güvenilir başkent Ankara olabilir.
MİT’in bu rolü, Türkiye’nin en paha biçilmez stratejik varlığıdır.
Bu kriz, MİT’in ve TSK’nın tam entegrasyonu için de bir testtir.
Ortak harekât merkezleri, birleştirilmiş uydu-sinyal verileri ve ortak senaryo analizleri, reaktif bir güçten proaktif bir güce dönüşümün temelidir.
Sonuç: Bu kriz, Türkiye’nin sadece izleyeceği bir film değil, başrollerden birini oynayacağı bir satranç oyunudur.
Başarı; yurt içinde tam kontrole, sınır ötesinde amansız takibe, siber alanda proaktif savunmaya ve diplomaside akıllıca arabuluculuğa bağlıdır.
Türkiye, gölgeden yönetilen değil, gölgeden yön veren olmak zorundadır.
Ama bu sosyal medya trollerinin paylaşımlarında, ucuz siyasi beyanlarda ve sahte haberlerde değil gerçekten böyle olmak zorundadır.